17 Ekim 2009 Cumartesi

GEÇMİŞTEKİ DÜŞLER, BUGÜN GERÇEK

Hiç düşündünüz mü tekerleğin nasıl bulunduğunu ? Ya ateşin…elektiriğin… bilgisayrın...telefonun…
Buluş; bir şeyin ilk kez ortaya konulması, icat edilmesidir.
Yeni bir şey ortaya koyan kimselere ise, mucit denir. Buluşların yapılmasında insanların ihtiyaçları etkili olmuştur.İnsanlar günlük hayatta karşılarına çıkan bir problemi ya da bir ihtiyacı gidermek için araştırmalar yapmış , planlı ve düzenli çalışma sonucunda hayatı kolaylaştıracak aletler ortaya atılmıştır. Buluşlar ve teknolojik gelişmeler birbiriyle ilişkilidir.İhtiyaçlar zamanla değiştiği için icat edilen ürünlerirde değişmesi gerekir.Buluşlar teknolojik gelişmeler sayesinde zamanla geliştirilir ve işlevleri arttırılır.Buluşlar insanların hayatlarını değiştirir ve kolaylaştırır. Buhar makinelerinin sanayi de kullanılması gibi.Böylece fabrikalar kurulmuş , el emeği ile üretim yapan toplumların hayatlarında değişiklikler olmuştur.Otomobiller ulaşımı kolaylaştırmış ve şehirlerin yapılanmasında önemli bir rol oynamıştır.

BULUŞLAR VE TEKNOLOJİK GELİŞMELER HAYATIMIZI NASIL ETKİLEDİ?


OLMASAYDI NE OLURDU?
ATEŞ OLMASAYDI…
İnsanlık tarihi ilk yaratılışından bu yana bazı maddleri ve bazı doğal olayları kendi leğine kullanımı ile yüzlerce yıllık mesafeleri bir adımda atladı. Bu buluş ve icatlar içinde en önemlileri arasında elbette ateş vardır. Ateşin kullanılabilir hale getirilmesi ile birlikte insan oğlu artık doğaya gündüze ve geceye hükmetmeye başlamıştır. Ateşle ürettiğimiz, işlediğimiz metaller ile doğada ki her canlıya hükmetmeyi başardık ve devasa medeniyetler kurduk. Ateşin en önemli kullanım alanlarından olan enerji üretiminde ise devasa yollar kat ettik. Buharlı makinalar yaptık gidilmez yerleri gidilir aşılmaz engelleri aşılır yaptık. Atıklarımızı ateşle yaktık enerji ürettik. Buhar makinaları ile elektirği ürettik şimdi devasa barajlarda ve değişik bir çok yolla elektirik üretiyoruz. Dünyada artık elektirik yaşamın karşılığı ve medeniyetin sözlük anlamı olarak kullanılmakta. Biz fark etsekte, etmesekte elektiriksiz bir dünyanın olmayacağı aşikardır.

KİBRİT


Kibrit 1809'da icat edildi; bu küçücük âlet, sadece uçlarından biri, içinde potasyum klorat bulunan bir karışıma batırılmış küçük bir kükürtlü tahta parçasından ibaretti. Tutuşturmak için yoğun sülfürik aside daldırmak gerekiyordu: bu da tehlikeli ve oyalayıcı bir işti.Kullanılışı basit ilk kibrit 1831 yılında, Dole'de, on dokuz yaşındaki genç bir Fransız öğrencisi olan Charles Sauria tarafından geliştirildi: Sauria bu karışıma, en basit sürtünmeyle alev alıveren beyaz fosfor katmayı akıl etti. Daha sonra, İsveç'te, çakma yerine sürülen bir başka karışıma kırmızı fosfor (beyaz fosforun tersine, zehirli değildir) katıldı ve kibritin ucunda sadece potasyum klorat kaldı, böylece «İsveç» kibriti veya «güvenlik» kibriti doğdu. Türkiye 1929'a kadar kibriti Avrupa'dan ithal ederdi; ilk fabrika İstanbul'da Büyükdere'de kuruldu (1932). Yirmi yıl devlet tekelinde tutulan kibrit yapımı işi 1952'de serbest bırakıldı ve bu tarihten sonra özel fabrikalar da kuruldu.

TEKERLEK OLMASAYDI…


TEKERLEĞİN İCADI
Tekerleğin icadı belki de bütün çağların en önemli mekanik icadıdır. İlk tekerlek günümüzde Irak’ın kuzey kesimini içine alan Mezopotamya’da, günümüzden yaklaşık 5 000 yıl önce ortaya çıktı. Çömlekçilerin kil toprağı işlemede yardımcı bir araç olarak kullandıkları tekerleğin aynı dönemde arabalara takılması, ulaşımda köklü bir dönüşümün yolunu açtı ve ağır gereçler ile büyük eşyaların daha kolay taşınmasını sağladı. Bu ilk tekerlekler, tekparçaydılar ve tahta kalaslardan dilim, olarak kesilmiş parçaların birbirine tutturulmasıyla yapılıyorlardı. İspitli (parmaklı) tekerleklerse, İ.Ö. 2000 dolaylarında ortaya çıktı ve daha hafif oldukları için, özellikle savaş arabalarında kullanıldı. Tekerleğin daha hızlı dönmesini sağlayan göbek takımlarıysa, İ.Ö. 100 dolaylarında geliştirildi. Makinelerin çoğunda, saatlerde, yel değirmenlerinde ve buhar makinelerinde, ayrıca otomobil ve bisiklet gibi taşıtlarda tekerlekler ve tekerlek ilkesine dayanan çarklar vardır. İlk tekerleği ahşaptan yapan insanoğlu, yük taşımak için belki de daha önceleri ağaç gövdelerini kullanıyorlardı.Tekerleğin icadı belki de bütün çağların en önemli mekanik icadıdır. İlk tekerlek, günümüzden 5000 yıl önce Mezopotamya da ortaya çıktı.Çömlekçilerin kil toprağı işlemede yardımcı bir araç olarak kullandıkları tekerleğin aynı dönemde arabalara takılması, ulaşımda köklü bir dönüşümün yolunu açtı. Bu ilk tekerlekler, tek parçaydılar ve tahta kalaslardan dilim, olarak kesilmiş parçaların birbirine tutturulmasıyla yapılıyorlardı. İspitli (parmaklı) tekerleklerse, İ.Ö. 2000 dolaylarında ortaya çıktı ve daha hafif oldukları için, özellikle savaş arabalarında kullanıldı. Tekerleğin daha hızlı dönmesini sağlayan göbek takımlarıysa, İ.Ö. 100 dolaylarında geliştiridi. Makinelerin çoğunda , saatlerde, yel değirmenlerinde, ve buhar makinelerinde, ayrıca otomobil ve bisiklet gibi taşıtlarda tekerlekler ve tekerlek ilkesine dayanan çarklar vardır.

TEKERLEĞİ İCADINDAN SONRA

Önemli teknoloji ürünlerinden biri otomobillerdir şüphesiz. İcat edildikleri zamandan bu yana teknolojinin gelişmesiyle birlikte hep daha yeni, daha farklı şekillerle çıkmıştır karşımıza. Amaç hep en iyisini üretmek oldu belki de, hep bu amaçla çalışıldı, ama her yeni otomobilin ardından daha iyisi geldi. Bir noktadan sonra ise otomobil çeşitleri, modelleri, özellikleri ve aksesuarları takip edilmez bir şekilde çeşitlendi. Görünüşündeki ihtişam, kullanımındaki konfor ve sahip olmanın verdiği güç duygusuyla, kısa zamanda ihtiyaçtan öte insanların hayallerini süsleyen bir unsur haline geldi.

İLK BİSİKLET


Tarih boyunca her zaman ihtiyaçlar, yeni buluşları ortaya koydu. Binek hayvanlarının kullanımını kolaylaştıran at arabaları zamanla ihtiyaçları gidermede yetersiz kaldı ve daha iyiye ulaşma çabasıyla ilk bisiklet yapıldı. Bisiklet Fransa’da doğdu. İki tekerlekli bir oyuncak yapmayı düşünen Sivrac Kontu ilk olarak „bisiklet“ fikrini de gerçekleştiriyordu. Pedalı olmayan bu acayipmakinenin (Celerifere) üzerine oturan kimse taşıtı ayaklarıyla yeri teperek yürütmek zorundaydı. İki tekerlekli taşıtın üzerine Badois’li Baron Drais bir gidon ve bir sele oturttu ve buna Draisienne adını verdi. Draisiennelerin yavaş yavaş öbür ülkelere de yayıldığını görüyoruz. Önceleri halkın büyük bir tedirginlikle karşıladığı bu acayip taşıt sonraları moda oldu.

İLK OTOMOBİL


1862 yazının bir öğleden sonrasında, Ètienne Lenoir adlı Fransız, daha önce yaptığı ve eski bir at arabasının tekerleri arasına oturttuğu motoru, çekine çekine çalıştırdı. Birkaç dakika sonra, küçük arabası Paris yakınındaki Vincennes ormanında, başka bir güç işe karışmaksızın, hafif bir gürültüyle çalışan motorunun gücüyle ilerliyordu . Bu, tarihi bir andı. Çünkü, Lenoir’ın kendi kendine giden arabası, atla çekilen taşıtların, posta arabalarının ve tozlu araba yollarının bütünüyle ortadan kalkacağı yeni bir çağı başlatıyordu. Aslında, Lenoir ilk atsız taşıtı yapan kişi değildi. Buharlı makinelerle çalışan hantal arabalar, yüz yıla yakın süredir kullanılmaktaydı. Lenoir’ın başarısı, bir silindirin içinde benzinin yanmasıyla çalışan “içten yanmalı” küçük motoru icat etmesi olmuştu. Birkaç yıl sonra, petrolla (benzinle) çalışan motorlar, hemen arkasından da ilk motorlu arabalar yapılacak, 1885’te, Almanya’nın Mannheim kentindeki Karl Benz’in atölyesinde, halka satılan ilk otomobil üretilecekti. Böylece, otomobil çağı başlamış oluyordu. Alman mühendisi Karl Benz elektrikli ateşlemeyi bularak 1885’te ilk otomobili yapmıştır. İnsanoğlu otomobili icat edene kadar pek çok aşamadan geçti. Daha teknoloji diye bir olgunun var olmadığı, insanların doğayla mücadele içinde oldukları bu dönemde, hayat şartlarını kolaylaştırmak için binek hayvanları kullanılıyordu. Ardından, insanoğlunun yaşamını kolaylaştıracak, insanlık için oldukça önemli olan tekerlek icat edildi. Tekerlek ilk önce binek hayvanlarıyla kullanıldı. Daha sonra ise tekerlek yardımı ile at arabaları, kızaklar ve tarımda kullanılabilecek çeşitli araçlar elde edildi. Artık insanların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için gerekli olan; tarım, taşımacılık, göç gibi ihtiyaçlarını gerçekleştirmek daha kolay hale gelmişti. Önemli teknoloji ürünlerinden biri otomobillerdir şüphesiz. İcat edildikleri zamandan bu yana teknolojinin gelişmesiyle birlikte hep daha yeni, daha farklı şekillerle çıkmıştır karşımıza. Amaç hep en iyisini üretmek oldu belki de, hep bu amaçla çalışıldı, ama her yeni otomobilin ardından daha iyisi geldi. Bir noktadan sonra ise otomobil çeşitleri, modelleri, özellikleri ve aksesuarları takip edilmez bir şekilde çeşitlendi. Görünüşündeki ihtişam, kullanımındaki konfor ve sahip olmanın verdiği güç duygusuyla, kısa zamanda ihtiyaçtan öte insanların hayallerini süsleyen bir unsur haline geldi.

UÇAK


Hava aracı tasarımcıları, araçlarının daha hızlı olması, daha uzağa, daha yükseğe gidebilmesi ve daha kolay kontrol edilebilir olması için çok uğraştılar. Uçak motorları, giderek daha verimli duruma gelerek, buharlıdan pistonluya, sonra da jet ve roket moturuna kadar gelişti. Hava taşıtları daha güvenli, malzemeleri daha dayanıklı ve hafif hâle geldi. Başlangıçta uçaklar, kanvas kumaştan ve tahtadan yapılıyordu. Daha sonra kanvasın yerini vernikli kumaş ve çelik borular aldı. 2. Dünya Savaşı sırasında ise alüminyum monokok üretim yaygın duruma geldi. Günümüzde hava taşıtları, daha hafif, daha dayanıklı ve daha kolay şekillendirilebilir oldukları için özellikle karbon fiberden ve kompozit malzemelerden üretiliyor . Hava taşıtlarını kumanda etmek için kullanılan yöntemler hergün biraz daha gelişmektedir. Başlangıçta planörlerin kumandası kullanıcının tüm vücudunun hareketi ile ya da Wright kardeşlerde olduğu gibi tüm kanadın eğilmesi ile yapılıyordu. Çağdaş uçaklar ise elektronik olarak bilgisayarlar aracılığıyla kumanda edilmektedir. Çağdaş savaş uçakları tüm akrobatik manevraları karşılayacak biçimde, uçuş bilgisayarından aldıkları sürekli komutlarla dengeli uçuşlarını sağlamaktadırlar.

KAĞIT OLMASAYDI…


KAĞIT
Kâğıt, hamur haline getirilmiş, çeşitli nebati (bitkisel) maddelerden yapılan, üzerine yazı yazılan, ince, kuru yapraktır. İnce bitki liflerinin keçeleşmesi ile meydana gelen bugünkü kağıdın ilk olarak M.S. 1. yüzyılda Çin'de yapıldığı sanılmaktadır.
İnsanoğlunun hayatının bir parçası olan yazı, daha önceleri, düz konik, taş ve ağaç gövdeleri ile killi topraktan yapılmış yazı levhaları üzerine yazılmaktaydı. Kağıtları iyi kullanmalıyız çünkü onlar bizim oksijen kaynağımız olan ağaçlardan yapılır.

KAĞIDIN TARİHÇESİ



Aslında M.Ö. 4000 yıllarında Mısır'da bulunan Cyperius (papirüs) denilen bitkinin sapı uygun boyutlarda kesilip bir tahta üzerine dizilip, sulu vaziyette tokmaklanarak bir çeşit kağıt üretilmekdeydi. Yapılışı ve özelliği bakımından bugünkü kağıttan farklı olmakla beraber, kağıt ismi bu papirüs kağıdından kalmıştır.
Papirüsle beraber, çeşitli hayvan derilerinden yapılan pergament (parşumen) kağıdı da tarih boyunca kullanılmıştır. Parşumen, bugün bile kullanılan, yazı yazmaya ve resim yapmaya çok elverişli, uzun ömürlü bir kağıt çeşididir.
Kağıt, ilim ve kültürün yayılıp gelişmesinde çok büyük bir rol oynamıştır.ve ilk para mantığının birşeyler satın alma, değiş tokuş gibi parasal şeylerin başlangıcı olmustur.. Yazma, taşıma ve muhafazasındaki kolaylıklar, herhangi bir yerdeki ilim ve bilginin çok kısa bir zamanda dünyanın her tarafına kolayca yayılmasını temin etmiş, böylece bugünkü medeniyete ulaşılmasının başlıca vasıtalarından birisi olmuştur. Bugünkü dünyada kağıt, en başta gelen sanayi mamüllerinden biridir ve günlük hayatta en çok ihtiyaç duyulan maddelerden biridir. İlmi çalışmalar, eğitim ve öğretim müesseseleri, her türlü basın, yayın faaliyetlerinin yanısıra para basımında, ambalaj işlerinde, mutfakta ve daha pekçok yerde kağıt kullanılmaktadır.
Kağıdın kimin tarafından bulunduğu bugün kesin bilinmemektedir. Ancak bugünkü kağıt hamuru ile elde edilen kağıdın ilk modeli milattan sonra 105'te Çin'de Ts'ai Lun adında bir saray görevlisi tarafından yapıldığı kabul edilmektedir.
Günlük hayatta her yerde kullandığımız kağıdın yapımında kullanılan ağaçlar gittikçe azalmaktadır. Bu nedenle kağıdı dikkatli kullanmalı,gereksiz yere kağıt kullanmamalıyız. Bu şekilde davranarak Dünya’mızın akciğerleri olan ağaçları bir şekilde korumuş oluruz.

MATBAA


Bilindiği gibi matbaa Johann Gutenberg tarafından icat edilmiştir. Gutenberg tek tek metal harflerle yüksek baskı tekniğini geliştirmiş. Gutenberg’in bu buluşundan sonra matbaacılık yaygın ve hızlı gelişen bir sektör olmuştur.
Matbaanın ilk kez kullanılması Uzakdoğu’da başlamıştır. Bilinen ilk baskı 8. yüzyılda Japonya’da yapılmıştır. İmparatoriçe Shotoko, Budizm’in kutsal metinlerini Sanskrit dilinde Çin alfabesiyle bastırmıştır.
İlk kez tek tek harfler dökerek baskı yapmayı Pi Sheng adında bir Çinli denemiştir. Pi Sheng porselenden harfler kullanarak matbaanın gelişimine mükemmel bir hız kazandırmıştır. Ancak çok harfli Çin alfabesinde tek tek harfler kullanarak baskı yapma nedeni hala anlaşılamamıştır.
Matbaa Çinlilerden Uygurlara geçmiştir. Tun-Huang mağarasındaki buluntular Uygurların [[9. yüzyıl] dan itibaren baskı yaptığını göstermektedir.
Avrupa’da matbaacılık özellikle 15. yüzyılda gelişme göstermiştir. Avrupa’da matbaacılığın üssü Hollanda olmuştur. Buradaki basım tekniği hattatlarca yazılan tahta kalıplarla yapılmaktaydı. Kalıplar hakkaklarca kazınarak üretilmekteydi. Harlem kentinde ilk kez tek tek harflerle baskı denemelerini 1430 yılında Lourens Janszoon Coster’in yaptığı sanılmaktadır.
Johann Gutenberg ise çırağı Fust ile birlikte Mainz şehrinde metal harflerle basım tekniğini uygulamıştır. Gutenberg bu çalışmalara bilgi ve birikimlerini, Fust ise sermayesini katmıştır. İlk çalışmaları olan 42 satırlık İncil’i 1455 yılında basmışlardır. Fust ve Gutenberg işlerin yolunda gitmemesi neticesinde ortaklıklarına son vermiştir. 1462’de Nassau başpsikoposunun askerleri Mainz şehrine saldırmış, kaçan basımcılar Avrupa’nın her yanına dağılmıştır.

TÜRKİYE’DE İLK MATBAA


İlk Türk matbaacısı İbrahim Müteferrika’dır. Lale devri olarak bilinen dönemde 1726 yılında ilk Türk Matbaası kurulmuştur. Ülkemize matbaanın bu kadar gecikmesinin nedenleri dinsel tutuculuktan ziyade toplumun bu yönde bir isteğinin olmayışı, okur yazar oranının yüksek olmayışı, okuma alışkanlığının kazanılmamış olması, hattatlığın yaygın bir meslek oluşu ve matbaa için gerekli alt yapının hazır olmayışıdır. (Avrupa’da bir psikoposun askerlerine şehir bastırdığı düşünüldüğünde matbaanın gecikmesinin temel nedeninin dinsel tutuculuk olmadığı daha net anlaşılacaktır
Günümüzde Türk matbaacılığı teknolojik gelişmelere bağlı olarak gelişiminisürdürmektedir.
Basım sektörü Avrupa’daki emsalleriyle aynı kalitede ürünler üretebilmektedir. Hazır teknoloji üretici ülkelerden alınmakta ülkemizde başarı ile uygulanmaktadır.
Ancak Türkiye bazı istinalar hariç teknoloji üretmekten uzak, fakat iyi bir teknoloji takipçisi durumundadır.

BUHAR MAKİNASI OLMASAYDI…


BUHAR MAKİNESİ
Buhar makinesi, buharın içinde var olan ısı enerjisini, mekanik enerjiye dönüştüren bir dıştan yanmalı motordur. Buhar makineleri, lokomotifler, buharlı gemiler, pompalar, buharlı traktörler ve endüstriyel devreler olabilir.
Bir buhar makinesi basınç altında buhar üretmek için suyu kaynatacak bir kazana ihtiyaç duyar. Herhangi bir ısı kaynağı kullanılabilir, fakat genelde odun, kömür veya petrol türevi yakıtların yakılmasından elde edilen ateş kullanılır.
Çalışma prensibi olarak, ısı enerjisini alan su buharlaşarak genişler ve bir odacığa alınır, odacık soğutulduğunda sıvı hale geçen buhar vakum yaratır böylece mekanizmaların hareket alması ile mekanik enerjiye yani işe dönüşür.

İLK BUHAR MAKİNESİ


Bilinen ilk buhar makinesi diyebileceğimiz örnek Yunanlı mühendis Hero’nun birinci yüzyılda 50 yıllarına doğru Mısır İskenderiye’de uçları birbirlerine göre zıt yönleri gösteren iki eğik tüpün yerleştirildiği oyuk bir küreden yaptığı türbin’dir. Kürede su kaynatıldığında buhar borulardan dışarı çıkmakta günümüzde etki tepki kanunu dediğimiz şeyin sonucunda kürenin dönmesine yol açmakta idi. Hero buharlı bir türbin ya da motor icat etmesine rağmen toplumda bir etki yaratmadığından bunu motor aygıtının icadı olarak görülmemektedir .

Savery Makinesi


1698 yılında, İngiliz mühendis Thomas Savery (1650-1715), ilk ticari olarak satılan buhar makinesini yapmıştır. Bu makine maden ocağından suyu dışarı atmak amacıyla kullanılmıştır. Madencinin Arkadaşı olarak tanınmaktaydı.
Çalışma prensibi ise, buhar kazanından gelen buhar odacığa dolar. Odacık buhar ile doluyken üzerine soğuk su döküldüğünde suya donüşen buhar vakum yaratır böylece odacıktaki su seviyesi yükselir. Vana yardımıyla odaya buhar dolduğunda iş yapılmış olur yani madenden su çekilmiş olur. Bu makinede vanalar insan gücüyle sırayla kapatılıp açılması gerekmektedir.
Yüksek basınçla çalıştığından o günün teknolojisine göre bu tip bir buharı güvenli biçimde kullanacak düzeyde değildi. Ayrıca gerekli buharı oluşturmak için suyu ısıtmada çok fazla yakıt gerekliydi. Bu tip makinaların öncülü olan Savery’nin makinası verimi düşük olduğundan fazla kullanılmadı fakat kendinden sonra gelen makinalar için temel teşkil etti.

Newcomen Makinesi


1712 ‘de İngiliz mühendis Thomas Newcomen (1663-1729) yeni bir tür buhar makinesi geliştirdi. Bu makinenin Savery Makinesinden en büyük avantajı pistonun bir zincir yardımıyla tahterevalli benzeri bir tür kaldıraca tutturulmuş olmasıydı. Bu kaldıracın diğer ucu ise bir tür tulumbaya bağlanmıştı. Piston silindirin en üst noktasında iken silindirin içine gönderilen soğuk su buharı yoğunlaştırıyordu. Böylece atmosferik basınç pistona aşağıya doğru kuvvet uyguladığı anda su madenden yükseliyordu. Buhar pistona dolunca bu çevrim tekrar ediyordu. Ayrıca daha az tehlikeliydi. Yine de makine istenilen verime ulaşamamış ve yakıt tüketimi azalmamıştı

Watt Makinesi


1764 yılında bozulan Newcomen makinalarından biri onarılması için İskoçyalı mühendis James Watt’a verildi. Makinayı onaran watt aynı zamanda randımanı düşük bu makineyi geliştirmek de istedi. Arkadaşı İskoç kimyacı Joseph Black’tan gizil ısı’yı öğrenmiş olan Watt aynı odayı sürekli ısıtıp soğutmanın ne kadar israflı bir şey olduğunu anladı ve aklına iki oda yapmak fikri geldi. Biri sürekli sıcak, diğeri de sürekli soğuk tutulacaktı. Buhar işini yaparken sıcak odada bulunacaktı ve su haline getirilmesi gerektiğinde supaplar sistemiyle soğuk odaya alınacaktı. Watt 1781 yılına gelindiğinde makinasını iyice geliştirmiş ve pistonun ileri geri hareketini ustalıkla bir tekerleğin dönme hareketine çeviren mekanik aletleride icat etmişti. Watt'ın makine tarihi ve makine mühendisliğine katkıları çok büyük önem taşır

BUHARLI ULAŞIM ARAÇLARI


Buharlı Gemiler
1787 yılına kadar buharlı motorlar sadece su pompalarını ve tekstil makinalarını çalıştırmak için kullanılmıştı. 22 Ağustos 1787 yılında ise Amerikalı mucit John Fitch (1743-1798) ilk vapuru Delaware Nehri’ne indirmiştir. Bir süre Philaderphia ile Trenton arasında düzenli vapur yolculuğu yapılmasını sağlamıştır.Fakat Fitch ticari anlamda başarı kazanamamıştır. 1807 yılına gelindiğinde ise yine Amerikalı mucit olan Robert Fulton saatte 8 km hızla giden adını Clermont koyduğu kırk metre uzunluğundaki vapurları Hudson Nehri’nde işletmeye başladı. Bu sefer Fitch’in tersine ticari başarı kazanıldığından Fulton vapuların mucidi kabul edilmektedir. 1809 yılında ise Moses Rogers komutası altındaki Phoenix okyonusa açılan ilk buharlı vapur oldu. 1811 yılında Mississippi Nehri üzerinde işleyen ilk gemi New Orleans faaliyete geçti.

Okyonusu aşan ilk gemi ise 1819 yılında Georgia Savannah’tan İngiltere’deki Liverpool’a beşbuçuk haftada ulaşan Savannah isimli gemi oldu . Yolculuğun büyük kısmı yelkenlerin açılması ile bitirildiğinden aslında buharlı gemi sayılmazdı.
1827 yılında Türbinlerin ve gemi pervanesinin keşfedilmesi sonucu , pervanenin yan çarktan daha etkili olduğu anlaşıldı ve gemi teknolojisi hızla gelişti .

LOKOMOTİF


İlk buharlı motorların gemilerde kullanılmasından sonra 1804 yılında Richard Trevithick bir vagonun şasesi üzerine sabit bir buhar motoru yerleştirerek dünyanın ilk buharlı lokomotifini üretti. Yaptığı New Castle adlı makine, raylar üzerinde giden ilk lokomotiftir. Bu lokomotif 70 yolcu ve 10 konteyneri taşıyan vagonları16 km. uzunluğundaki bir raylı hat üzerinde çekiyordu.Ulaşabildiği en yüksek hız, saatte 8 kilometreydi.
1825 yılına gelindiğinde ise İngiliz mucit George Stephenson geliştirilmiş buharlı motorlardan faydalanarak ilk buharlı lokomotif denebilecek ve adına Rocket dediği aracı yaptı.

ELEKTRİK OLMASAYDI…


ELEKTRİK

Elektrik, durağan ya da devingen (hareketli) yüklü parçacıkların yol açtığı fiziksel olgudur. Elektrik yükü, maddenin ana niteliklerinden biridir ve temel parçacıklardan kaynaklanır. Elektrik olgusunda rol oynayan temel parçacık yükü, negatif işaretli olan elektrondur. Elektriksel olgular çok sayıda elektronun bir yerde birikmesiyle ya da bir yerden başka yere hareket etmesiyle ortaya çıkar. Elektrik olgusunda rol oynayan diğer parçacık yükü, pozitif işaretli olan protondur.

Elektrik yüklü cisimler mıknatıs gibidir: negatif ve pozitif yüklü cisimler birbirini çeker, ama aynı elektrikle yüklü olan iki cins birbirini iter. Elektrik insanoğluna, son derece kullanışlı bir enerji çeşidi sağlamıştır. Isınma, aydınlanma, haberleşme gibi amaçlarla, ayrıca makinelerde ve elektronik alanında büyük ölçüde elektrikten yararlanılmaktadır.

TARİHSEL GELİŞİMİ


İnsanlar elektriği yüzyıllar önce kehribarın, meselâ, kumaşa sürtünmesinden sonra toz ve kıl gibi hafif cisimleri kendisine çekmesi olayı ile tanımışlardır. Bu deneyi ilk yapan Yunanlı filozof ve bilgin Thales (M.Ö. 640-546) bu olayın sâdece kehribarla ilgili olduğunu sanmış ve elektron (Yunanca kehribar) adını kullanmıştır. Aradan yıllar geçtikten sonra elektriğin kânunları bulunmuştur. Sürtme ile meydana gelen statik (durgun) elektrikten başka akan elektriğin bulunuşu İtalyan bilgini A. Volta’nın yaptığı deneylerle başlar. Bu bilgin ilk elektrik pilini ve bundan da ilk elektrik akımını elde etmeyi başarabildi.
Dünya tarihi açısından bakıldığında elektriğin bulunuşu bir kırılma noktası olma özelliğindedir. Elektriğin bulunmasını takiben binlerce yeni buluş peşpeşe ortaya konularateknolojinin gelişiminde bir çığır açılmıştır. Elektrik akımı iletken veya yarı iletken bir tel üzerinde elektriksel yüklerin hareketi olarak tanımlanabilir
İletkenin belirli bir noktasından bir saniyede geçen yük miktarı akım olarak belirtilir ve Amper birimi kullanılır.
Elektrik akımının oluşması için iletkenin iki ucu arasında bir enerji farkı bulunması gerekir.
Bu fark potansiyel fark veya gerilim olarak adlandırılır. Gerilim birimi Volt'tur. Akımın yönü itibarıyla iki tür akım vardır. Doğru akım olarak adlandırılan akım tek yönlüdür ve piller ve aküler tarafından oluşturulur. Evlerde kullandığımız elektrik türü olan alternatif akım ise saniyede 50 defa yön değiştirecek şekilde üretilmektedir. Alternatif akım döner eksene sahip jeneratörler tarafından üretilir.

AMPUL


İçinde, elektrik akımı etkisi ile akkor haline gelerek ışık verici bir iletkeni bulunan, havası boşaltılmış cam şişe. Elektrik gücünden, aydınlanma vasıtası olarak kullanılmasını sağlar. 21 Ekim 1879 tarihinde, ünlü Amerikalı mucit Edison tarafından, binlerce deneyden sonra bulunmuştur. Edison'un bulduğu ilk ampul, havası boşaltılmış cam bir yuvarlak içine koyduğu kömürleşmiş pamuk ipliğinden ibaretti. Bu günkü ampullerde ise tungsten teli kullanılır. 3200 derecede eriyen tungsten, elektrik akımının meydana getirdiği ısıya dayanır ve ışık verir. Elektrik ampullerinden bazılarının havası tam olarak boşaltılmıştır. Bu halde tungsten 2100 dereceye kadar dayanır. Başka tip ampullerde ampul içinde argon ya da azot gibi gazlar bulunur. Bu durumda tungsten 2300-2700 dereceye kadar dayanır. Piyasada satılan elektrik ampulleri, verdikleri ışık kuvvetine göre 10, 25, 40, 60, 75, 100, 150, 500 vatlık (mumluk), hallerinde bulunmaktadır.

TELEFON OLMASAYDI…


TELEFONUN BULUNUŞU
İskoçyalı bir bilim adamı olan Alexander Graham Bell, 1847´de Edinburg´da doğdu. Eğitimini, Edinburg ve Londra´da tamamladı
Bundan sonra yoğun ve yorucu bir çalışma içine girdi. Bir süre sonra sağlığı bozuldu. Babasının ısrarı üzerine ana vatanını terk ederek Kanada´ya göç etti. Burada bilgisini ve yeteneğini çevresine kabul ettirdi. Oradan Boston Üniversitesi pro­fesörlüğüne atandı
Bell ve yardımcısı Vatson, bir evin odasında gece gündüz çalıştılar. Amaçları, yeni bir buluşu gerçekleştirmekti
Bell. bir gün atölyesinde uzun süre çalıştı. Sonunda amacına ulaştığını anladı. Elindeki aracı ağzına tutarak, aşağıda çalışan yardımcısına seslendi: "Bay Vatson, buraya geliniz lütfen! Sizi görmek istiyorum!" Evin mahzeninde elindeki aracı kula­ğına yapıştırıp dinleyen Vatson çok şaşırdı. Bir çocuk heyecanıyla merdivenleri çif­ter çifter atlayıp yukarı koştu. Soluk soluğa Bellin bulunduğu odaya daldı:
— Dediklerinizi duydum! Söylediğiniz duyuluyordu! diye haykırdı.
Aleksander Graham Bell, telefonu bulmuş ve insanlık tarihinde yeni bir çığır açmıştı. O yıl Bell, Philadelphia fuarında telefonu sergiledi. Ne var ki bu araçla pek ilgilenen olmadı. Fakat bir gün, fuarı gezen Brezilya İmparatoru Don Pedro ahizeyi eline aldı. Telin Öbür ucundaki Bellin konuştukları duyuluyordu.
"Aman Tanrım!" diye haykırdı imparator. "Konuşuyor bu!" İşte o andan sonra telefon, fuarın şeref köşesinde yer aldı.

TELEFONUN GELİŞİMİ


Telefonda büyük adım, operatör kullanmaksızın yapılan otomatik konuşmalardır. 1891 yılında geliştirilen Strowger otomatik arayıcıyla araya operatör girmeden aboneler birbirine bağlanabilmiştir. Bu düzenek 1920 yılında Bell düzeneği olarak geliştirilmiştir. 1948 yılından sonra ise transistörün sahneye çıkmasıyla elektromanyetik röle sistemler yerini, elektronik devrelere bırakmıştır. Elektronik arayıcı sistem ilk olarak 1965 yılında ABD'de servise konulmuştur.
Telefonda atılan diğer büyük adım da, uzak mesafe konuşmalarında yüksek frekanslı radyo yayınlarından yararlanılmasıdır. 150-300 km aralıklarla yer alan röle istasyonları konuşmaları koaks kablolardan ve havadan elektromanyetik yayın şeklinde iletmektedir. Frekans yükseldikçe tek bağlantı üzerinden konuşma kanal sayısı da yükselmektedir. Böyle bir sistemle iki röle istasyonu arasında aynı anda 3600 konuşma yapmak olasıdır.
Anakaralar arası telefon konuşmaları 1915 yılında başlamıştır. İlk konuşma Paris'le ABD'de Arlington arasında yapılmıştır. Anakaralar arası telefon konuşmalarında güçlü radyo alıcı vericileri kullanılıyordu. İyonosferin etkisi konuşmaları zorlaştırdığı için sualtı kabloları kullanılmaya başlandı. İlk sualtı kablosuyla telefon görüşmeleri 1950 yılında Florida ile Havana arasında 185 km'lik uzaklıkta yapıldı. Sonuç doyurucu olduğu için 1956 yılında New York ile Londra arasına aynı düzenek kuruldu.
Uydu aracılığıyla anakaralar arası ilk telefon konuşmaları 1960 yılında başladı. Echo 1 isimli uyduyla ABD'nin doğu yakası ile batı yakası arasında telefon bağlantısı sağlanınca bunu Telstar I, Telstar 2 ve diğer uydular izledi. Bugün uyduların devreye girmesiyle gemi ya da uçaklarla otomatik telefon konuşması yapılabilmektedir. 1985 yılında uzay mekiği Discovery'nin yörüngeye koyduğu uydulardan biri aynı anda 20.000 konuşma yapabilmeye olanak verecek sığadadır.

TÜRKİYE’DE İLK TELEFON


Türkiye'de ilk telefon 1908 senesinde uygulanmaya başlandı. Kadıköy ve Beyoğlu santralları 1911 senesinde hizmete açıldı. İlk otomatik telefon santralı 1926 senesinde Ankara'da kuruldu. Ardından diğer il merkezlerinde de telefon santralları kurulmaya başlandı. Kısa bir süre sonra kurulan santrallar aracılığıyla bütün iller arası telefon haberleşmesi başlamış oldu. PTT'nin 1970'lerden sonra yaptığı çalışmalarla telefon, Türkiye'de geç olmakla beraber, süratle yayılmaya başladı.
Türkiye'nin milletlerarası telefon santralı İstanbul'daki Tahtakale Telefon Santralıdır. Bu santralın diğer milletlerarası telefon santrallarıyla irtibatı 1985 senesi itibarıyla altı yoldan olmaktadır. Bunlar:
Edirne (Bulgaristan) hattı,
İzmirSEFERİHİSAR (Yunanistan) hattı,
Antalya (İtalya) hattı,
İskenderun (Suriye) hattı,
Diyarbakır (Irak) hattı,
Ankara (Uydu) hattı.
Diyarbakır'dan Bağdat'la görüşecek bir abone önce Tahtakaleyle irtibatlanır daha sonra Diyarbakır radyolinkiyle Bağdat'a ulaşır. İleriki senelerde uzaya gönderilecek Türk uydularıyla (Türk-Sat) milletlerarası santral hatlarında artış beklenmektedir (1994).

SON GELİŞMELER VE GSM


Haberleşme alanında her geçen gün daha da artan gereksinimler, alabildiğince çok haberleşme servisini içine aldı ve kitlelerin bulundukları coğrafi dağılım bölgelerinden bağımsız olarak bu servislere ulaşmalarını sağlayacak merkezi bir hücresel mobil haberleşme şebekesinin kullanılmasına ortam hazırlamış ve bunun sonucunda da GSM (İng: Global System for Mobile Communication) doğmuştur.
Bugüne kadar hücresel bir mobil haberleşme şebekesi kurulurken veya sığası arttırılırken, analog şebekelerin kullanılmasından dolayı frekans ve hücre planlamalarında birçok güçlükler çıkıyordu. GSM frekans problemlerini, hücre ve kanal planlamalarındaki zorlukları ortadan kaldırmaktadır.Mobil telefon kullanımını en üst düzeye ulaştıran GSM, sayısız üstünlük ve olanakları bir arada sunmaktadır. Bu yeni sistemle ağırlığı 200-250 grama kadar düşen cep telefonları ile net bir şekilde sadece Türkiye sınırları içinde değil, bütün Avrupa'da rahatça ve ses yitimi olmadan konuşma yapılabilmektedir. GSM sistemi, her türlü ilerlemeye açık olarak geliştirilmiştir. Uygulanmak istenen her türlü yenilikler (kısa mesaj, faks, telfoto... vs.) çok basit, hızlı programlama tekniğiyle cep telefonuna aktarılabilecek. GSM teknolojisi, düşük güç çıkışlı cihazların kullanımını sağladığı için cep telefonları ile uzun süre konuşma yapmak olası olabilecektir

İNTERNET OLMASAYDI…



İNTERNET
İnternet, teknik olarak, birçok bilgisayarın ve bilgisayar sistemlerinin birbirine bağlı olduğu, dünya çapında yaygın olan ve sürekli büyüyen bir iletişim ağıdır. Bu iletişim ağında bilgisayarlar birbirlerine fiziksel olarak (kablolar, uydu bağlantıları, telsiz bağlantı vb)bağlıdır ve geliştirilen bazı özel protokollerle (TCP/IP) birbirine bağlı bilgisayarlar arasında bilgi paylaşımına dayalı birçok işler yapılabilir (dosya alma/ gönderme, sohbet vb gibi)

Bilgisayarların bilgiyi saklama (harddisk, fiberoptik vb gibi), bilgiyi çok hızlı işleme (veri tabanı programları, bazı analiz programları vb) özellikleriyle bilgisayar ağlarının herhangi iki bilgisayar arasında veri iletişimini olanaklı kılma özellikleri birleştiğinde ortaya muzzam bir bilgi paylaşım ortamı çıkar.İşte internetin felsefesini oluşturan temel altyapı ana hatlarıyla böyledir
İnternet bir bilgi teknolojisi sistemidir.İnternet insanların her geçen gün gittikçe artan "üretilen bilgiyi saklama/ paylaşma ve ona kolayca ulaşma" istekleri sonrasında ortaya çıkmış bir teknolojidir. Bu teknoloji yardımıyla pek çok alandaki bilgilere insanlar kolay, ucuz, hızlı ve güvenli bir şekilde erişebilmektedir
1986 yılında Amerikan bilimsel araştırma kurumu 'Ulusal Bilim Kuruluşu' (NSF), ARPANET için ülke çapında beş büyük süper bilgisayar merkezi kurulmasını içeren kapsamlı bir öneri paketi öne sürdü. ARPANET Amerikan hükümetinin sübvansiyonu ile NSFNET olarak düzenlendi. 1987 yılında yeniden düzenlediği internet yapılanması planı ile NSFNET yedi bölgesel nokta üzerinde 1.5 Mb/s (daha önce 56 Kb/s idi) güçlü bir omurgayı işleteceğini duyurdu
Internet orjinal ARPANET' den doğmuş, bağlantılı ağların dünya çapında bir kolleksiyonudur. Bu ağlar değişik fiziksel ağlardan tek bir mantıksal ağa bağlantı için Internet protokolu (IP) kullanırlar.
Internet'i başlangıçta yoğun olarak akademik dünya kullanmakla beraber, son yıllarda Internet bilgi çağı toplumlarının her kesimi için vazgeçilmez bir araç olmuştur.

TEKNOLOJİ NEDİR ?


Sözlük anlamı "bilginin, sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması" demek olan teknoloji, geniş anlamda, araştırma, geliştirme, üretim, pazarlama, satış ve satış sonrası hizmeti kapsayan bir sanayi sürecinin, etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi için kullanılabilecek bilgi ve becerilerin tümüdür. Teknolojik yenilik de, "üretim süreçlerinde yenilik, yeni ürünler ve yeni kurumsal örgütlenme biçimleri" olarak tanımlanmaktadır.

Teknoloji ile başta elektronik, enerji, bilişim, uzay, biyomühendislik, organik kimya endüstrileri gibi "bilim ve teknoloji temelli" sektörler ile bunların bir bileşkesi olan savunma sanayii, en yüksek oranda katma değer yaratan, dolayısı ile toplumsal refaha katkıları en yüksek olan sanayi dalları olarak ortaya çıkmaktadırlar.

TEKNOLOJİNİN YARARLARI


Teknoloji’nin günlük hayatımıza getirdiği kolaylık, rahatlık, konfor saymakla bitmez. Bugün hangi kadın çamaşır ya da bulaşık makinesinden vazgeçebilir? Hangi erkek uydu kanalından, dünya kupalarını seyretmenin rahatlığını bir kenara bırakabilir? Evinizde oturuyorsunuz... Bir düğmeye basıyorsunuz. Tüm kirli çamaşırlarınız, diğer bir düğmeye basıyorsunuz bulaşıklarınız kendi kendine yıkanıyor. Televizyonun karşısında yerinizden kıpırdamadan bir düğmeye basıyorsunuz, karşınızda CNN, bir düğmeye basıyorsunuz BBC... Seyretmek istediğiniz ne olursa…
Fırınınız aynı oranda becerikli. Bilgisayarınızdan hiçbir kitap karıştırmadan ihtiyacınız olan tüm bilgileri rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Görüşmelerinizi, nerede ve hangi şartlarda olursa olsun cep telefonuyla hallediyorsunuz.. Artık günlerce aylarca postacı yolu gözlemeye gerek yok. E-maille anında haberleşebiliyorsunuz. Çocuğunuz artık, “sokakta arkadaşlarımla oynayacağım” diye tutturup bu trafik belasında başınızı ağrıtmıyor. Geçmiş bilgisayarın karşısına kendi kendine yarışlar yapıyor.elektrik olmasa ameliyatlar nasıl zor yapılırdı .

TEKNOLOJİNİN ZARARLARI


Teknolojik aletlerin bir kısmının yararlarının yanında zararları da vardır; Atomdan birçok yönden yararlandığımız halde,Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının hala bir yararı bulunamamıştır. Şu an bile dünyada 27000 nükleer silah var ve bunlardan 4000’i her an harekete geçebilir
Nükleer santrallerde atom çekirdekleri parçalanarak enerji sağlanır.Atomun çıkardığ ısı enerjisi yüksektir,ama çıkardığı radyasyon ancak özel binalarda veya kurşun mezarlarda saklanır ve uzun yıllar radyasyon yayar.Ayrıca santraldeki ufak bir sızıntı milyonlarca canlının radyasyona maruz kalmasına sebep olacaktır.Örneğin;1986 yılında Rusya'da Çernobil Nükleet Santrali'ndeki sızıntıdan 3milyon insan radyasyona maruz kalmış,radyasyon,Karadeniz kıyılarına kadar ulaşmıştır
Teknoloji hem yararlıdır hemde zararlıdır teknolojiyi iyi kullanmasını bilirsen yararlı bilmezsen zararlıdır. mesela ateş ısınmada çok önemli bir yer tutuyor fakat birçok yangınlara da yol açıyor ormanları tehtid ediyor.
Teknolojinin yararları da vardır mesela elektrik olmasaydı ameliyatlar nasıl zor yapılırdı.
Teknolojiyi kendimiz ve insanlık adına olumlu yönde kullanırsak hayatımız daha da kolaylaşacaktır.

DÜNYAYA YÖN VERENLER…

BİLİM İNSANI
Bizim ve dünyadaki insanların rahat yaşamalarını sağlayan BİLİM ADAMLARI önemli özellikler taşımaktadırlar.Bu özelliklerden bazılarını görelim:
Stephan Zweig, “Bilimde körlük yanılgı değil, ‘korkaklık’dır.” der. Bilim adamının korkaklarla, ürkeklerle işi ya da saygıdan ötürü gerçeği görmemeye hakkı yoktur.
Bilim adamı;

• Evrensel düşünen kişidir,

• Objektiftir,

• Ahlaki sorumluluğu yüksek olan kişidir,

• Aydınlanmış kişidir,

• Öngörüsü yüksek olan kişidir.

BİLİM İNSANININ ÖZEKLİKLERİ


Bilim insanı; evrendeki olay ve olguları inceleyen, onun altında yatan gizemin kaynağını araştıran ve bu gizemin nedenlerini anlamaya çalışan ve anladıklarını basitleştirip kitlelerin anlayabileceği bir şekilde yayın yolu ile duyuran kişidir. Ayrıca bilim insanı, anlamış olduğu doğal gizemi, yaşamı daha da kolaylaştıracak şekilde insanlığın hizmetine sunan kişidir.
Ulaşım araçlarının gelişimi, modern tıbbi cihazlar, elektrik ve elektroniğin keşfedilmesi ve bu hizmetlerin geniş kitlelere ulaştırılması, konuya verilecek güzel örneklerdir. Bu yönüyle bilim insanı hayatın her alanında yaşamı kolaylaştırmak için büyük bir mücadele içindedir. Ancak bilim insanı hiçbir zaman kıskanç duygularla bulgusunu salt kendisi ve çevresi için kullanmamıştır ve kullanmamalıdır.
Prof.Dr. Ahmet İNAM, bilim insanının temel karakterinin dürüstlük olduğunu belirtiyor. Şöyle ki; kendine ve araştırdığı alana, alanıyla ilgili araştırmalara karşı dürüstlük. Bu dürüstlük, gerçeğe duyulan saygıdan gelir. Bu saygı en azından beş öğeden oluşur: a) Gerçekliği anlama, öğrenme, araştırma duyarlılığı. Sürekli gözlemlerle, yeni bilgiler edinme çabası. b) Yeni verilerle, yeni öğrenilenlerle eski bilgilerimizin karşılaştırılması. Özeleştiri. Kendimizle ve gerçeklerle yüzleşebilme. c) Araştırma yaptığımız alanlarda farklı görüşlere açık olma. d) Görüşlerimizi içtenlikle, açıkça dile getirme. e) Sürekli olarak kendimizi yenileme

EMEĞE SAYGI


Yapılan bunca çalışma sonucunda bulunan ve ortaya çıkarılan uçak gemi tren araba çamaşır-bulaşık makineleri,televizyon vb. daha birçok araç insanların rahat ve huzurlu yaşamasını sağlamaktadır. Bu araçları bulan insanlar gece ve gündüzlerini ayırmadan yıllarca çalışmışlardır ve çalışmaktadırlar.Her hangi bir konuda araştırma yaparak bir eser meydana getiren insanlar bu çalışmalarına uzun süreli emek vermişlerdir.
Bize düşen görev bu insanların çalışmalarından yararlandığımızda bu insanların isimlerini çalışmalarımızın sonunda belirtmemiz o insanlara saygı göstermemiz anlamına gelir.Çalışmalrımızın sonunda eserlerinden ve hizmetlerinden faydalandığımız , yaralandığımız kişi ve kurumların kimler ve neler olduklarını belirterek bu şekilde onları onore edelim , bir şekilde onlara saygımızı gösterelim.

ATATÜRK,


Atatürk'te temel kural ve amaç, çağdaş olmaktır.Bunun da yolu bilim ve teknikten geçer: "Dünyada herşey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir."
"Üç buçuk yıl süren bu mücadeleden sonra bilim bakımından, eğitim bakımından mücadelelerimize devam edeceğiz. Fabrikacı olacağız, sanatçı olacağız. Bundan sonra anlayışımızı hep buna bütünüyle verelim."
"Ulusumuzun siyasal, sosyal hayatında, ulusumuzun düşünce eğitiminde yol göstericimiz bilim ve teknik olacaktır.”